Sidebar Ads

MİNE SARMIŞ :KENDİ KÜLÜTÜRÜNÜ YAŞTAMAYAN BAŞKA KÜLTÜRLERE HİZMET EDER. ÇOK KÜLTÜRLÜYÜŹ AMA MUTLUMUYUZ?

KENDİ KÜLÜTÜRÜNÜ YAŞTAMAYAN BAŞKA KÜLTÜRLERE HİZMET EDER.
ÇOK KÜLTÜRLÜYÜŹ AMA MUTLUMUYUZ?

Aile, anne, baba, kardeşler ve diğer aile üyeleriyle sosyalleşmenin ilk adımının atıldığı, cinsel ve toplumsal kimliğin ilk kazanıldığı bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de yasal açıdan aile şu şekilde belirtilmiştir: 1982 Anayasasının 41. Maddesine göre “aile,
Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar” (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982).
O halde ailenin varlığı, yasalarla desteklenmiş ve belirlenmiş, bir birlerine samimi duygularla bağlı, sorumluluklarının bilincinde olan ve bu sorumlulukla hareket eden bireylerin aynı çatı altında oluşturduğu birlik ve beraberliğe dayanmaktadır.
Mutluluğun farklı çeşitleri, dereceleri ve nedenleri olması nedeniyle tanımını yapmak zordur. Bireylerin gelir durumları, medeni
halleri, yaş ve eğitim durumları, kısaca sosyo-demografik özellikleri mutluluğun göstergeleri arasında yer almakta ve mutluluğun derecesini belirlemektedir.
Genel anlamda mutluluk, göreceli bir kavram olup, bütün bireylerin yaşamları boyunca içinde olmak istedikleri ve ulaşmak için
çaba gösterdikleri, maddi ve manevi açıdan kendilerinde meydana gelen doyuma bağlı olarak hoşnutluk yaratan, insan ilişkilerini
belirleyen biyolojik ve psikolojik bir durumdur.
Memnuniyet ise, ihtiyaçların ve isteklerin karşılanmasından doğan tatmin
duygusudur” (TÜİK, 2011).
Mutluluk; beklentilerin tatmini, memnuniyet,
hoşnutluk duygusu, bedenen ve zihnen iyi olma hali gibi daha somut göstergelerle ölçülen ve yorumlanan bir olgudur. Mutluluğun belirleyicileri büyük bir ölçüde maddi ve manevi değerler arasındaki dengeye,
bireyin kendisiyle, içinde bulunduğu sosyal çevre ile ve toplumun yapısıyla kurmuş olduğu ilişkilere dayanmaktadır. Mutluluk diye tabir edilen iyi olma hali, bireyin içinde bulunduğu psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve siyasal
yapıya bağlı olarak gerçekleşir.
Sosyolojik anlamda değerin ne olduğunun bilinmesi önemlidir.
Çünkü insanlar inandıkları ve benimsedikleri değerlere uygun tutum ve davranışları sergileyerek yaşantılarını sürdürürler. Bu
davranış ve tutumlar toplumda yaygınlaşarak, o toplumun düzenini sağlayan belli bir ahlaki yapının var olmasına neden olur. Sosyal bir çevre içinde yerini alan birey, o çevreyle uyumlu bir birliktelik oluşturur. Ya da değerlerini yitirmiş bir kayıp insan olur.

Sahip oldukları değer yargılarını etkilemek, yönlendirmek onların yaşam şekillerinde farklılık, insanların yaşam ve etkileşim süreçlerinin sağlıklı ve toplum yararına değerler toplum için olduğu kadar aile kurumu açısından da önemlidir. Çünkü aile birtakım değerlerin benimsenmesiyle ve yaşatılmasıyla varlığını devam ettirir. Temel sayılan değerler ailedeki büyükler aracılığıyla çocuklara aktarılır. Böylece aile bir yandan kendi, diğer yandan toplumsal ve kültürel yapının devamlılığını sağlama görevini üstlenmiş olmaktadır.
Değerler toplumun ihtiyaçlarına cevap verdiği sürece yaşarlar, ancak ihtiyaçları karşılamada yetersiz kaldıklarında kendilerinden
yok olurlar ve onların yerini yeni değerler alır.  Yozlaşma genel olarak, iyi vasıflarını kaybetmek, soysuzlaşmak, gerilemek ve dejenere olmak yani bozulmak anlamına gelmekte olup irade ile ya da iradesizlikle olur.
Her ne şekilde olursa olsun yozlaşan veya yozlaştırılan değerler toplumsal bozulmalara sebep olacağı için, ailenin değerler yapısı da bu bozulmalardan etkilenecektir. Bu nedenle aile toplumun ahlaki yapısı değerleri koruyan ve yaşatan en etkin mekanizmadır.
Ahlak toplumsal bir olay olup, bireyi etkileşim içinde olduğu sosyal çevreye karşı sorumlu tutar ve bu çevrenin beklentileri doğrultusunda davranış kalıbı geliştirmesine sebep olur. Ahlak, bireylere yanlışı ve doğruyu, iyiyi ve kötüyü, yapılması gerekekeni ve yapılmaması gerekeni sonuçlarıyla beraber gösteren yazılı
olmayan normlardan oluşan bir düzen ya da sistem olmaktadır.
Ahlak göreceli bir kavram olup zaman içerisinde koşullara bağlı olarak eskiden yasaklanmış davranışlar farklı bir zaman diliminde arzu edilen hatta teşvik edilen davranışlara dönüşebilmektedir. Farklı ahlak anlayışları  farklı yorumlara da açıktır.
Vicdan ise tam da bu  noktada bir gorunmez hakimdir. İnsan duygularını, düşüncelerini, davranış ve tutumlarını vicdanının sesine kulak vererek doğru-yanlış, iyi-kötü, olumlu-olumsuz
olarak değerlendirir ve kendisiyle başkaları arasındaki ilişkilerde denge, düzen, denetim ve uyum sağlar Genel olarak ahlak, sosyo-kültürel değerlere göre doğru ve yanlışları ve
bunlara uygun Ahlak, kültürel değerler ve ideallerle ilgili doğru ve yanlışları ve
bunlara uygun davranış kalıplarını belirler.
Geleneksel toplumlarda ve modern toplumlarda ahlaki düzen farklı kanallar üzerinden bireylere benimsetilir. Geleneksel toplumlarda ahlaki yapı dinden güç alır ve otorite tanrıya aittir. Gelişmiş toplumlarda ise ahlak düzeni dinin etkilerinden bağımsız
daha seküler düzeyde ve birey yani ben merkezlidir.
Farklı kültüre uyum çabaları kaçınılmaz olarak aile yapılarını da etkiledi.
Özellikle kadının rol değişimi ve erkeğin buna ayak uyduramaması sonucu göçün başlarında birçok Türk ailesinde tam birleştik derken ortaya yabanci evliliklerin artışı, dolayisiyla yozlaşmalar, boşanmalar ve toplumun degerlerinde ve dengesinde  bozulmalar ve ekonomiyi ve gelişmeyi bile etkileyen uyuşmuş insanlar modeli çıktı.

Ekonomik sorunlarla başlayan göçler de tarihte sayfalarını aldı ve işte o noktada kültür ve bir çok sorunda toplumu yozlaşmaya itti malesef. Olumlu yönleri ise döviz olarak getirisi o da göçmenin  tercihe bağlıydı.

Göç eden insanlar köylerden, kasabalardan, tarım toplumundan kopup, büyük kentlerin ya da ülkelerin sanayi toplumuna girerek bir kültür şoku yaşadılar.
eldikleri toprak-
Yeni kültürün özelliklerine yabancı olmak ve dilini kullanamamak da uyumu güçleştirmiştir.
Peki ya kazandıkları; sadece bir avuç “deutche mark” şimdilerde ise
“euro”mu sadece? sosyal güvenlikten
yararlanma, çalışma izni, vatandaşlık vb.
Peki ya kayıplar?
 Almanyalı olmak!..
Geride bıraktıkları ülkede hem görenekler hem de gelenekler,  değişikliğe uğramıştır zaman akıyordur neticede. Bir süre sonra gerek kullandıkları Türkçesiyle, gerek giyim tarzıyla doğup büyüdükleri ülkeye de yabancı olmuşlardır. Hatta bu insanlar kendi vatandaşları tarafından da
'Almancı' olarak anılıyordur ve bu tabir literatüre geçmiştir. Yapılan çalışmalar; göçün birey üzerindeki etkileri ise çok derin.
İki kültür arasındaki cinsiyet rolleri, disiplin anlayışı, kendine güven gibi değerlerin farklılığına bağlı olarak, aile ile okulda verilen değerlerin çatışmasını. İki kültür arasında bir bütünlük içinde olmayan çocuklar, kişilik, uyum ve ahlak yani tam bir dejenerasyon ve arada kalan bir kültür vb bir çok sorunları yaşanabildiğini göstermiştir.
Kısacası; Göç Ülkelerinde Almanya, Rusya, Avusturya, ingiltere vb, Türkiye’de de bir ara, bir alt kültür haline gelmişlerdir.
Yani ne gidebilmiş ne de kalabilmişlerdir.
Vatana geri dönüşü ertelemiştir. Ta ki bir karış toprağına kurban olayım Vatanım dedirten ölüm anına kadar.
Bir karar ile çıkılan o yolların ne Ülkelerine, ne de kendilerine faydası olmamıştır aslında. Hani derler ya "Dünyalık"...işte,  kalıcı, soyuna ve kanına bağlı, gelenekleri ve kültürü bozulmamış, ahlak değerleri yitirilmemiş kalsaydı keşke dedirten bir ah ile.
Ah keşke...
Çok KÜLTÜRLÜYÜŹ ya... Mutlu musunuz?
Yaşanması mümkünken, geleceğine Ülkesine, toprağına faydalı olup ilerlemesine ve dolayısıyla miras olarak bırakılacak bu Vatanın ve evlatların gen haritalarında ne yazıyordur acaba?
İstisnalar kaideyi bozmamak kaydıyla, ne bıraktıysanız onu...
Sevgi ve saygılarımla.
______Mine Sarmış.

Yorum Gönder

0 Yorumlar