Sidebar Ads

Zakir KAYA "Biri Demokrasi mi dedi ? Hani Nerede?


Bu yazıda 2002 Yılından itibaren Türkiye'nin demokratikleştiğini,ileri doğru dönüştüğünü ve Batı ile devam eden 'entegrasyon' sürecinin hızla devam ettiğini iddia eden 'tatlı su demokratı' görüşlerini ele alıp,rasyonal çözümleme ve çıkarımlar yapma gayretinde olacağım.

2002 yılı,krizden yeni çıkmış ve beceriksiz kualisyon hükümeti ile iyice yıpranmış halkın tekrar seçimlere gittiği yıldı. Seçimlerden her ne kadar yeni bir parti olsa da,seçimi kazanacağı 'sürpriz' olmayan bir parti olan AKP galip çıktı. İktidara geldiği ilk yıllar,irtica tehlikesi-Laiklik ikilemli polemiklere sahne oldu. Cumhuriyetçiler bu hezimeti kolay kolay üzerlerinden atamadılar ancak muhalefet yapma aracı olarak sadece 'Laikliği' seçtiler. Bu da halk nezdinde değer görmedi ve AKP 22 Temmuz 2007 seçimlerinde de ezici bir oy oranıyla galip çıktı. 

Bu elbette şaşırtıcı değil,zira Türkiye'de çok partili yaşama geçildiği andan itibaren halk her daim,sağ-islami-liberal partileri iktidara taşımıştır. Bu partiler DP ile başlayan süreçte Cumhuriyetin ilerici karakterli kazanımlarını 'hiç etmiş',ülkeyi dışa bağımlı hale getirip,sömürgeleştirilmesinde ön ayak olmuşlardır. Demokrat Parti eli ile ülke başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere egemen güçlere adeta 'peşkeş' çekilmiştir. Marshall ve Truman yardımları alınmış,batı sermayesi ülkeye akın etmiş ve ülke yarı-sömürge karaktere bürünmüştür. Bu aşamada yönetimde olan,'dini hassasiyetleri olan halkın seçtiği kişiler' değil,'Batılı Emperyalistlerin truva atları' olmuştur. O dönemlerden itibaren ülke çıkarları yerine egemen güçlerin çıkarları korunmuş,buna uygun yasalar çıkarılmıştır. DP iktidarı,NATO'ya girebilmek uğruna,Türkiye asker'inin kanını pazarlamış ve Kore'ye asker yollamıştır. Nitekim bu çaba 'karşılığını' almış ve Türkiye 1952 yılında NATO'ya girmiştir. Bu dönemlerde Halk Evleri ve Köy Enstitüleri kapatılmış ve İmam Hatipler'in sayısında adeta 'misli' oranlarda bir patlayış yaşanmıştır. Bu dönemde ekonomik programlar Dünya Bankası gibi kuruluşların verdiği 'görevlerle' şekillenmekteydi. İktidar tarafından bu türlü adımlar 27 Mayıs darbesine kadar şiddetlenerek artırıldı. 'Milli İrade'nin verdiği güçle iktidar,yetkisini sınırsız olrak görüyor ve muhalefetin yaşamasına izin vermiyordu. Seçimlerde kendilerine oy vermeyen Kırşehir'in ilçe yapılması,alevi yerleşim bölgelerindeki bataklıkların kurutulmayıp sıtma salgınına göz yumulması,tahkikat komisyonu kurulması (...) gibi eylemler bu iktidarın 'Anti-Demokratik' karakterini adeta gözler önüne seriyordu. 
Nitekim kendisi de bir toprak ağası olan Adnan Menderes,toprak ağalarının,tefecilerin,zenginlerin çıkarını düşünürken,geniş halk kitlesinin ve özellikle işçi kesiminin haklarını ve taleplerini göz ardı ediyordu. İşçi Sınıfının her sesini çıkarma girişiminde,her örgütlenme atağında önlemler alıyor ve bu gibi 'atılımların' önüne set çekiyordu. Velhasıl,Demokratik yollardan başa gelen bu iktidar,daha sonra Anti-Demokratik karaktere bürünmüştü ve bu iktidar yine bir Anti-Demokratik uygulama olan askeri darbe ile iktidardan indirildi.

Daha sonraki yıllarda bu görüşteki parti,bu kez 'Adalet Partisi' adıyla kuruldu ve bu parti de iktidara geldi. 1960'lı yılların sonunda ve 70'li yıllarda iktidar olan bu parti,özellikle ülke içinde ve dışında artmakta olan Sol muhalefetten tedirginlik duymuş ve bu oluşumları her daim bastırma ve yok etme yoluna gitmiştir. bu dönemde üniversitelerde öğrenci avları başlamış,gençler kimliği belirsiz kişilerin sıktığı kör kurşunlara hedef olmaktaydı. Toplum üzerindeki baskı da hissedilir boyuttaydı. Ancak Sol potansiyel'i engellemekte yetersiz kalması ve parti-içi sorunlardan dolayı bu partinin 'güçsüz kalması' neticesinde ordu 12 mart muhtırasıyla yine iktidara el koymuş ve meclis'i fesh etmiştir. Bu muhtıra ile baskı daha da artmış ve öğrenci-gençlik liderleri asılmıştır. Devam eden süreçte Solcular üzerine 'sürek avı' başlamıştır.

1970'lerin ikinci yarısı itibari ile,engellenemeyen toplumsal muhalefet,o zaman Sosyal-Demokrat bir yapıda olan CHP'nin oylarını artırmış ve bu sağ kesimin birleşmesini sağlamıştır. Bu süreçte,Adalet Partisi,Milliyetçi Hareket Partisi,Milli Selamet Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi birleşerek 'Milliyetçi Cephe'yi oluşturmuşlardır. Bu dönemler kualisyonlarla geçse de,Topluma ve ilerici kesimlere yapılan baskılar Milliyetçi Cephe ile devam etti. Yurt çapında kurulan Komünizm karşıtı dernekler,kamplar her anlamda palazlanmış ve ülkedeki Terör had safhaya ulaşmıştır. Bu dönemde gerçekleşen hadiseler her ne kadar "sağ-sol çatışması" olarak deklare edilse de,büyüyen sol harekete karşı Faşizan ve Para-militer baskılar,solcularda da nefsi müdaafa duygusu uyandırmış ve solcularda Faşist şiddete karşı haklı olarak karşı çıkmışlardır.

Bu dönem'in kapanışı 12 Eylül 1980 darbesiyle olmuştur. Bu darbe de toplum bilincinin üzerinden silindir gibi geçmiştir. Şunu belirtmem gerekir ki,bu darbe halk ve ülke üzerinde en kalıcı etki bırakan darbe olmuştur. Bu dönemde toplumsal muhalefete karşı cephe alan kesimlerde baskıya maruz kalmış ve 'sağa da sola da eşit vuruyoruz' algısı yaratılmıştır. Darbe öncesi,24 Ocak kararları olarak adlandırılan Neo-Liberal ve yabancı sermaye yanlısı ekonomik program yürürlüğe girdi ve darbe ile bu program uygulamaya konularak,işleyişi bizzat cunta idaresi tarafından güvence altına alındı.

Darbe sonrası AP'de tıpkı DP gibi kabuk değiştirmiş ve sonuç itibariyle ardıl olarak iki parti kurulmuştur. Bunlar; Doğru Yol Partisi(DYP) ve Anavatan Partisi(ANAP)'dır. Bu partiler tüm olanlara rağmen yine halk'ın gözde partileri olmuşlardır,günümüze kadar ki süreçte her daim iktidar olmuş ya da kualisyon hükümeti içerisinde yer almışlardır. 1980'li yılların sonunda,Sosyalist ülkelerin çözülüp,tek kutuplu dünyaya geçiş yaşanırken,Neo-Liberal ekonomik politikalar,Globalleşme gibi 'Kapitalist' içerikli mevhumlar daha çok tekrar edilmeye başlanmıştır. 1990'lı yıllar ülkenin hızla Neo-Liberalleştiği dönem olmuştur(tüm dünya ile senkronize bir şekilde). 

Milenyum'a gelindiğinde,aslında çok da şey değişmemiştir. Dünya ve sermaye hızla globalleşmekte,zengin ve fakir arasındaki uçurum her geçen gün artmaktaydı. 2002 seçimlerinde de bu gidişata uygun olarak sandıktan AKP çık(artıl)mıştır. 1980 sonrası başlayan Özelleştirmeler AKP döneminde hızlanmıştır,bu dönemde tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmamış özelleştirmeye imza atılmıştır. Şunu görmemiz gerekir ki,egemen güçler gerçekten de yerli işbirlikçileri çok dikkatli ve iyi seçiyor. Zira ülkede hiçbir salt 'Liberal' parti barajı bile aşamazken,Milliyetçi ve İslamcı kılıf içerisinde bulunan Liberalist politikalar,halktan sonsuz destek almaktadır. Geçmişte de böyle olmuştur,AKP örneği ile görüyoruz ki bugün de böyle olmaktadır. Söylemeye gerek olduğunu sanmıyorum ancak,aynı politikalara imza atan 'öncülleri' gibi AKP'de,geniş halk kitlelerinin çıkarları yerine,egemenlerin ve sermayenin çıkarını savunmuştur ve savunmaktadır. AKP eli ile,herşey sermaye'nin hükmü altına sokulmaya çalışılmaktadır. Eğitim,Sağlık gibi en temel insani haklar bile piyasalaştırılmaktadır. Kredi kartı mağdurları,işçiler,emekçiler,esnaflar,alt ve orta kesim yurttaşlar artık gelecekten umudunu kesmiş vaziyettedir. Hali hazırda teğet geçti denilen kriz'in yükü önceki krizlerde de olduğu gibi,emekçilerin sırtına yüklenmiştir. Ülke medyada,siyasette,kültürde tek sesliliğe doğru hızla gitmekte. Mevcut iktidara muhalif olan sermayedarlar bile linç politikasına maruz kalmakta,ya sindirilmekte ya da AKP yandaşlığı yapmak durumunda kalmaktalar. Toplumsal alanda çağdaş ilkeler safdışı bırakılmaya çalışılmakta,aydınlığa set çekilmeye çalışılmaktadır. Hali hazırda bozuk olan eğitim sistemi,bilimsellikten çok uzaktadır. Bir yandan sermayeye bu alanları rant sahası olarak açarken,diğer yandan kendi zihniyetlerinin tezahürlerini eğitim müfredatlarına zerk etmekmeler. Yani her zaman söylediğim tabirle ifade etmem gerekirse; "Ülke gericileşirken Globalleşiyor"

Burada konu sadece sağ-islami partiler değildir,burada asıl konu sistemdir. Zira düzen partilerinin siyasal fraksiyonu ne olursa olsun,düzen'in çıkarlarını savunmaktadır. Ancak sağ partilerin çok partili sistemden bu yana iktidar olmaları,halk tarafından desteklenmesi eleştirinin bu partilerde yoğunlaşmasını sağlıyor. Zira şu an ülkeyi yönetenlerin de bu tıynette olduğunu düşünürsek,hiç kimse bunların haksız ve yanlı eleştiriler olduğunu iddia edemez.

Bu noktada yazımın başlığına dikkat çekmek istiyorum. Halkımıza Demokratikleşme olarak yutturulan gelişmeler,aslında Demokratikleşme değil 'Globalleşme'dir. Globalleşme denilen kavram ise,tüm dünya halklarının,çevremizin,doğal kaynaklarımızın sermaye tarafından talan edilmesi demektir. Globalleşme sermaye'nin 'ulusal' karakterden çıkıp küresel bir karaktere bürünmesidir. Cumhuriyet'in nisbeten ilerici olan damarları da,bu çerçevede kesilip atılmaktadır. Egemenler ta öteden beri Türkiye'ye biçtikleri rolün son aşamasına gelmiş bulunmaktalar. Şu durumda Demokrat olmanın kıstası,egemenlerin güç dengelerinde piyon olmak değil,ilerici olmak,sömürünün karşısında olmak ve eşitliği savunmaktır. Bağımsızlığın olmadığı yerde Eşitlik,Eşitliğin olmadığı yerde Özgürlük,Özgürlüğün olmadığı yerde ise Demokrasiden söz edemeyiz. Halkımızın derin uykusundan uyanması ve bu gidişata bir dur demesinin vakti geldi de geçiyor bile

Yorum Gönder

0 Yorumlar