EYVAH, YAZAR OLDUK
Evet, yazarlar merak edilen insanlardır. Ama
aslında onlar da, yalnızca sizin bizim gibidir. Şunu kabul etmek gerekir ki
yazarlar da insandır... Bir taraftan, tüm insanlar gibi tüm duyguları artısı
eskisi ile yaşarlar / yaşayamazlar; doğru ya da yanlış düşünürler, hayalleri
vardır... Diğer taraftan, gerçekleri vardır. Yeterlilikleri yetersizlikleri
vardır...
Yazarlar,
sanıldığı gibi, daima hayal etmez. Çünkü hakiki bir dünyada var olma savaşı
vermeleri gerektiğini çok iyi bilirler. Sadece, renkli ve farklı yazı yazmak
istediklerinde hayal ederler. Tüm insanlar gibi biz yazarlar da, sıradan yirmi
dört saatte hayat mücadelesi veririz... Ve hatta, zaman zaman, yazarlığı ciddi
bir uğraşı ya da meslek olarak gördüğümüzden mesleğimizin gereğini yerine
getirir; çoğu şeyi yaşamadığımız halde yaşamış gibi, yaşadığımız şeyleri de hiç
yaşamamış gibi yazabiliriz... İyi bir yazar, çok hayal kuran değil; hayatı,
insanı tanıyan ve onlarla empati yapabilendir.
Yani biz de hayatın içindeki her yaştan, cinsten,
konumdan insan gibi gerçeğiz; gerçek hayatı algılıyoruz ve gerçek hayatta
ayakta kalmak için çok mücadele ediyoruz.
Yazarlar çoğunlukla
yazdıkları ile birebir örtüştürülürler. Evet! Yazdıklarımızı yaşadığımız
hayatla besler ve şekillendiririz ama birebir kendimizi ve hayatımızı yazmayız.
Hatta, dikkatli okuyucular iyi bilir, iyi yazarlar hayatlarının izini
yazılarında iyi gizleyenlerdir. Size somut bir örnek vereyim. Edebiyat-Eğitim-Proje
misyonu ile yazmaya devam ettiğim – ve elbette hakiki yazılarımın yanında
deryada bir damla olan yazılarımın bulunduğu-
sayfamda (sanal sayfada) bile, bir yazı parçacığı paylaşmamın hemen ardından mesajlarla
yorum alıyorum. Bir şey yazıyorum; hemen bir arkadaş; "kime kızdın", “kız
yine mi aşıksın ya da yoksa aşık mısın",
"aa sen öyle düşünmezdin…” diye yorumunu bildiriyor bana. Böylesi hallerde, ‘güler misin ağlar mısın’ı yaşıyorum
çoğu kez. Ama yine de, sil baştan anlatmaya uğraşıyorum yazımı ve yazarı.
Aslında, tüm hayatımız boyunca o kadar çok
hayatı ve insanı okuduk ki; yazdıklarımız hislerimiz, gördüklerimiz,
yaşadıklarımız, anladıklarımız sadece. Ne birisine kızdık, ne şıpsevdi, ayran
budalası aşığız; ne de hayattaki vazgeçmediğimiz prensiplerden vazgeçtik. O an,
hayatı, insanı öyle okuduk ya da öyle kurguladık. Yazımızın vakti saati geldiğine inandık ve
insana ders, kulağa küpe olsun diye yazdık...
Biliyoruz; bir insan olarak en zor olanı
seçtik ve yaptık. Herkesin düşündüğünü, hissettiğini, gördüğünü ama söylemeye
çekindiğini yazmaya talip olduk. İşte ondan; hayalperest dediler, çocuk
dediler, gülmez dediler, kendini bilmez dediler, kendini beğenmiş dediler. Hatta
bazen romantik bazen realist; bazen zalim bazen naif dediler…Oysa biz sadece
anladığını, hissettiğini, doğru bildiğini –her şeye ve herkese rağmen- yazma
arzusu ve cesareti gösteren insandık.
Ne derlerse desinler biz yüreğimiz elimizde
yazar olduk…Hayatı yazar olduk; insanı yazar olduk… hayata yazar olduk, insana
yazar olduk…
Yazıya (alnımızın yazısı yanında, hayatın ve
insanın yazısına) ve yüreğe baş koyduk; hayattan ve insandan, en önemlisi de
kendimizden kaçmadan…
Ne söylenir ki böyle bir demde… Şöyle mi desek
acep?
“Eyvah, yazar olduk…”
Kolay gelsin yüreğim…
Ranâ İSLÂM DEĞİRMENCİ-KHA.
0 Yorumlar